YİRMİSEKİZ YILDIR 'EKSİKSİZ DEMOKRASİ'NİN ANAYASASI İÇİN UZLAŞAMIYORUZ.

Makaleler / Siyaset Makaleleri | 10.10.2011

Av. İ. Güneş Gürseler
Nerede ise otuz yıldır gündemimizde olan Anayasa değişikliği tartışmalarının bir yenisini daha yaşıyoruz. Bu kadar süredir Türkiye’nin “eksiksiz demokrasi” yolunda yeni bir Anayasaya gereksinimi olduğu ve bunun toplumsal uzlaşma ile gerçekleştirilmesi gerektiği çeşitli kesimlerce dile getirildi, hazırlanan öneriler tartışmaya açıldı ancak bu hedefe ulaşılamadı, maddelerin değişiklikleri ile yetinilerek mevcut yapı daha da karmaşık hale getirildi.
Bu süreçte bütüncül öneri taslakları da ortaya konuldu ancak bu çalışmalar sahiplenilmedi, toplumsal uzlaşmayı gerçekleştirebilecek bir gayret ve iyiniyet içine girilmedi hatta böyle bir uzlaşmanın oluşmasının istenmediğini düşündürecek yaklaşımlar sergilendi.
Görüldü ki her kesim işine geldiği gibi bir demokrasi anlayışı geliştiriyor.
Oysa yeni bir Anayasa yapılabilmesi için toplumsal uzlaşma tek koşuldur. Toplumu bütünüyle kucaklayan, “eksiksiz demokrasi” hedefi etrafında bütünleşmiş, “kurucu irade” yerine geçebilecek ve hemen herkesin katılacağı bir uzlaşma sağlanmalıdır.
Teokratik devletten laik devlete geçişi devrimle sağlayan cumhuriyetin demokratikleşme hedefini gerçekleştirmesine bugüne kadar izin verilmemiştir. Oysa, cumhuriyet ile batı tipi bir toplumsal yapı amaçlanmış, düzenin demokratikleşmesi istenmiştir. Atatürk’ün demokrasi inancı çağdaş uygarlık düzeyine olan inancı içinde yer alır. Demokrasi bir araç değil amaçtır. Batı tipi bir toplum yaratma çabası içinde demokrasi, devrimlerin bir amacı değil, sonucudur. Çok partili düzene geçiş de cumhuriyetin kurucularının temel hedefinin demokrasi olduğunu göstermektedir fakat çok partili süreç demokrasiyi kurumlaştırıp eksiklerini gidermekte yeterince başarılı olamamıştır. Bu başarısızlık nedeni ile hala feodal yapı sürüyor, bu yapı sömürüyü, eğitimsizliği, dinsel ve etnik içerikli tartışma ve ayrışmaları kaldıracak gelişmeleri engelliyor.
Çok partili sürecin bu yetersizliğinde, iç dış bir çok nedeni etken olarak sıralayabiliriz ancak toplumsal demokrasi kültürümüzün çok yavaş geliştiğini, sosyo-ekonomik (sınıfsal) bir siyaset ekseni yerine etnik ve dinsel bir eksene göre “sağ”da ya da “sol”da olduklarını ifade etme durumunda kalan siyasi partilerimizin “demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru” olamadıklarını unutmamamız gerekir.
İşte yeni bir Anayasaya öncelikle bütün bu tıkanmanın aşılarak sürecin hızlandırılması için gereksinim varken toplumun önüne otuz yıldır yapıldığı gibi bu kez de bazı madde değişiklikleri getirildi ve bütüncül bir değişiklik yerine, önerilen çeşitli yamalarla yaratılan tartışma toplumdaki ayrışmayı daha da derinleştirmeye ve art niyet endişelerine neden olundu.
Bu ayrışmanın ortaya çıkardığı bir başka sakınca, “eksiksiz demokrasi” hedefine ulaşmak üzere hazırlanarak bu anlayışla kendi içinde bir bütünlük taşıyan, “temsilde adaleti” gerçekleştiren bir parlamentoyu oluşturup erkler ayrımını uygulanabilir kılan bütüncül bir anayasa değişikliğinin kuracağı anayasal sistem içinde yasama ve yürütmeye tanınabilecek yetkilere bugünkü dayatmacı ve kendi içinde çelişkili paket nedeni ile karşı çıkılmak zorunda kalınmasıdır. Örneğin; Türkiye Barolar Birliği’nin 2001 ve 2007 anayasa önerilerinde TBMM, Anayasa Mahkemesi üyelerini üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçebilmektedir. Kamu Denetçisi’ni doğrudan Cumhurbaşkanı atayabilmektedir.
Güncel öneriler üzerinde yapılan yorumlardan ulaşabildiklerimizi aşağıda sıralıyoruz. Bu yorumlar beklenti ve endişelerin ne kadar farklı olduğunu gösteriyor.
1. Sayın Nuri Alan; “Taslağın yasalaşması halinde ortaya çıkabilecek sonuçları doğru olarak saptayabilmek için; bugünkü devlet yapısı içinde yer alan ve taslakta kendisine yetki verilen kurum, kuruluş, makam ve mercilerin özelliklerini ve öznel durumlarını da dikkate almak gerekir.” “Yargı ile yeni tanışmış, yargının ana kavramlarından habersiz, yargılama usulünü ve icrasını bilmeyen, yargı etiğine yabancı kişilerin çoğunlukta olacağı bir Yüce Divan kurmak, tek kelime ile Türk yargısına saygısızlıktır.” görüşündedir. (Cumhuriyet Gazetesi 28.3.2010)
2. Sayın Rıza Türmen; “Anayasa değişiklik paketini, hazırlandığı siyasal ortamdan soyutlayarak incelersek, doğru bir değerlendirme yapamayız.
İçinde bulunduğumuz siyasal ortamı şöyle özetleyebiliriz:
Seçimle işbaşına gelmiş bir siyasal iktidar var. Ancak bu siyasal iktidarın, demokrasinin özünü oluşturan hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı gibi kavramlarla arası hoş değil. İktidarını sınırlayan basın, üniversiteler, yargı gibi bağımsız kuruluşlara egemen olmaya çalışıyor. Çoğunluğun desteğine sahip bir siyasal iktidarın, halk desteğine sahip olmayan, yetkilerini Anayasa’dan alan yargı tarafından denetlenmeyi kabul edemiyor. Bunun hukuk devletinin bir gereği olması onu ilgilendirmiyor. Yargıyı kendi çizgisine çekmek için mücadele veriyor.
Soruna bu açıdan bakınca neden anayasa değişiklik paketinin ağırlık merkezini yargının oluşturduğunu, neden değişiklik önerilerinin neredeyse yarısının yargıya ilişkin olduğunu anlamak kolaylaşıyor. Aynı zamanda, başka ülkelerdeki bazı uygulamaların, Türkiye’de, yargıyla kavga eden bir siyasal iktidar tarafından uygulanmasının doğurduğu tehlikeler de ortaya çıkıyor.”
“Pakette yer alan şekerleri ayıkladığınız zaman aslında değişiklik önerilerinin temelini yargının oluşturduğunu görüyoruz.” görüşünde.(Milliyet Gazetesi 24.3.2010)
3. Sayın Prof. Dr. Hakkı Keskin; “Ben, Almanya’da bulunduğum 42 yıllık bir sürede, herhangi bir Alman hükümetinden hiçbir zaman, “Biz milli iradeyi temsil ediyoruz, parlamento çoğunluğunun aldığı kararları birkaç hâkim nasıl iptal edebilir” gibi açıklamayı ve anlayışı duymadım, okumadım. Böyle bir anlayışa ve açıklamaya Almanya’da zaten hiç kimse cesaret bile edemez. Demokratik hukuk devletlerinde, bağımsız yargı milli iradenin ayrılmaz ve en tabii bir kesimidir. Bu benimsenmeden ve içtenlikle uygulanmadan bir ülkede ne demokrasi ne de hukuk devletinden söz edilebilir.” (Cumhuriyet Gazetesi, 24.03.2010- http://www.yeniyaklasimlar.org/?p=1753)
4. Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu 27.3.2010 tarihli açıklaması ile; “Öncelikle siyasal iktidarın, değişiklik taslağını geri çekmesini ve toplumun tüm kurum ve kesimlerinin katıldığı bir uzlaşma ortamının oluşmasına katkı vermesini,
Uzlaşmanın sağlandığı konularda değişikliklerin ivedilikle gerçekleştirilmesi için çalışılmasını, bu bağlamda yeni yapılacak çalışmalarda; savunmanın ve baroların anayasanın yargı bölümünde yer almasını, milletvekili dokunulmazlıklarının sadece yasama faaliyetiyle sınırlanmasını, seçim barajının makul düzeye indirilerek geniş halk kesimlerinin de TBMM’nde temsilinin sağlanmasını ve yargı bağımsızlığını tam anlamıyla yaşama geçirecek düzenleme ve yapıların oluşturulmasını önermektedir.”
5. Ege Bölgesi Baro Başkanları 25.3.2010 tarihli açıklamalarında; Bağımsız yargı denetimi nedeniyle çöküntüye uğramış toplum ya da devlet örneği tarihte pek yoktur ama bütün güçleri ellerinde toplayan iktidarların toplumları nasıl ve nice felaketlere sürükledikleri ülke örnekleri çoktur. Bir devletin Anayasası olması bir başına anlam taşımaz. "Anayasalı devlet" olmak değil, mesele "Anayasal devlet" olmaktır. Hukukun üstünlüğü/hukuk devleti tanımlamasında birinci unsur "Anayasal devlet"tir. Kuvvetler ayrılığı ilkesini işlevsiz kılacak hiçbir düzenleme "Anayasal meşruiyet" sınırlan içine sığdırılamaz. “Türkiye Cumhuriyeti'nin Yargı Erkine karşı görülmemiş derecede ağır ve haksız bir kampanya yürütüldü. Şimdi ise Yargının yapılanmasına müdahale ederek üzerinde hegemonya kurmak istiyorlar Bu saldırının "Amiral Gemisinde” " Yürütme" var.” görüşlerini belirtmektedir.
6. Adana Barosu Başkanlığı 26.3.2010 tarihli açıklamasında; “Hukukun üstünlüğünü sağlamak, yargı bağımsızlığını, koruyarak siyasallaşmasını engellemek amaç ve sorumluluğu taşımayan, sözde yargı reformuyla olması gereken olumlu atılımların gerçekleşmeyeceğine inanıyoruz. Bu nedenle yanlışta ısrar edilmemesini, gerginlik yaratmamaya ve üzerinde TOPLUMSAL MUTABAKAT SAĞLANACAK DAHA KAPSAMLI BİR METİN ÜZERİNDE ÇALIŞMAYA DAVET EDİYORUZ." talebini belirtmiştir.
7. Diyarbakır Barosu; “Bu anti demokratik anayasa Türkiye’nin temel problemlerini çözmüş, kuvvetler ayrılığı ilkesini yaşama geçirmiş, farklılıklarıyla bir arada yaşama becerisini geliştirmiş, çağdaş demokratik bir ülke haline gelmesini engellemektedir. Bu açıdan bakıldığında kısmi anayasa değişikliği yerine Türkiye’nin ihtiyacı olan yeni sivil-demokratik bir anayasadır. Ancak yeni bir anayasa girişimi önünde ciddi engeller olduğu gerçeğinden hareketle kamuoyuna hükümet tarafından sunulan kısmi değişiklik teklifinin önemsenmesi ve değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Ancak bu kısmi değişiklik önerisine anayasanın 42 ve 66. maddelerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekir. Anayasa değişiklikleri uygun politik atmosferde ancak görüşülebilmektedir. Anadille eğitim sorunu ve yeni bir vatandaşlık tanımın getirilmesi özellikle Kürt Meselesinin çözümü konusunda hayati bir öneme sahiptir.” görüşünü açıklamaktadır.
8. İstanbul Barosu 25 Mart 2010 tarihli açıklamasında; siyasi iktidarın kendi anlayışına uygun olarak hazırladığı köklü Anayasa değişikliğini öngören ve kamuoyuna yansıtılan taslağın ortak aklın ürünü olmadığını, ‘Ben yaptım oldu’ anlayışıyla gerçekleştirilmek istenen değişikliklerin Yargı Bağımsızlığı ve Hukuk Devleti ilkelerini zedeleyeceğini belirtiyor.
9. Rize Barosu Başkanlığı 24.3.2010 tarihli açıklamasında; “Bu reform çalışmalarına karşı hiçbir alternatif çözüm üretmeden tam bir karşı duruş sergilemek , mevcut sistemi muhafaza etmeye çalışmak sorunları çözümsüzlüğe mahkum etmektir. Köhnemiş , çürümüş bu günkü yargı sisteminden daha kötüsünün laik ,demokratik bir hukuk devletinde olması düşünülemez.Mevcut değişiklik paketinin aşağıda işaret ettiğimiz tüm eksiklerine ve sakıncalarına rağmen yargıyı bu gün ki konumundan daha ileri taşıyacağına inanıyoruz.Ancak bu değişikliklerin birkaç yıl sonra yeni bir anayasa değişikliğini gündeme getireceğini de görmek gerekir.” görüşünü açıklamaktadır.
10. Sayın Doğan Akın’ın “Muhalefetteki Adalet ve Kalkınma Partisi bu paketi destekler miydi?” sorusuna olumlu yanıt verilememektedir.( http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1755&author=24)
11. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2007 yılında Prof. Ergun Özbudun başkanlığındaki komisyona hazırlattığı anayasa taslağı son öneriler paketi ile karşılaştırıldığında “kuvvetler ayrılığı” ve “yargı bağımsızlığı” yönünden çok önemli farklılıklar içermektedir.
12. Sayın Prof. Ergun Özbudun, taslağa en büyük itirazının Anayasa Mahkemesi’ne üye atamada Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin artması olduğunu, taslağın her şeye rağmen demokratik ve olumlu olduğunu Yargı bağımsızlığını ihlal edeceğini düşünmediğini, parti kapatma davalarının açılması konusunda Venedik Kriterleri’nin dikkate alınmamasının yerinde olmadığını belirtmektedir.(Radikal Gazetesi, 27.3.2010)
13. Sayın Prof. Dr. Serap Yazıcı, parlamentoya devredilmesi gereken yetkilerin Cumhurbaşkanı’na tanınmasının bu makamı daha da güçlendirmesini eleştirmekte, parti kapatma nedenlerini sınırlanmayıp sadece kapatma davasının usulünün değiştirilmesinin Venedik Komisyonu’nun 2009 raporunun önerileriyle kısmen uyumlu olduğunu, 1982 Anayasası’nın vesayet mekanizmalarının zayıflatıldığını ancak tümüyle ortadan kaldırmadığını belirtmektedir.(Radikal Gazetesi, 27.3.2010)
14. Sayın Prof. Levent Köker; Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun mevcut yapısı ile siyasi partiler hakkındaki kapatma prosedürünü, Cumhurbaşkanı'nın parlamenter sisteme aykırı yetkilerinin azaltılmamasını, seçim barajının düşürülmemesi eleştiriyor ve AKP'nin neden daha önce Anayasa Mahkemesi'nden dönen “kısmi bir değişiklik” yerineseçimden sonra yeni bir anayasa için halktan “kurucu vekâlet” istemediğini sorguluyor.(Zaman Gazetesi, 25.3.2010)
15. 12 Eylül Anayasası’nın cumhurbaşkanına tanıdığı yetkiler fazla bulunurken özellikle Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiminde daha da yetkilendirilmesi çelişki olarak görülmektedir.
16. Siyasi iktidar yüksek mahkemelerin kararlarından ve Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun bugünkü üye yapısından duyduğu sıkıntıyı Anayasayı değiştirerek gidermeye çalışmaktadır.
17. Fiilen bütünleşmiş yasama ve yürütme erklerinin karar ve uygulamaları önünde engel görülen yüksek mahkemeler denetiminin işlevsizleştirilmesi istemektedir.
18. Bu kaygı ve tartışma ortamından yararlanıp kendilerine yer açmaya çalışanlar ortaya çıkmaktadır.(Noterler Birliği’nin Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda temsil koşulu ile Anayasa değişikliğini destekleyeceğini açıklaması gibi.)
19. Genel olarak desteklenebilecek öneriler ile tartışılan ve çeşitli kesimlerce sakıncalı bulunan önerileri birlikte oylamaya sunarak gerçek tercihin yapılabilmesi engellenmektedir.
20. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na doğrudan üye seçmesi “Yargının demokratik meşruiyeti” kavramına işlerlik kazandırılabilmesi için yeterli midir?
Değiştirilmesi önerilen maddeleri bu yorumlar ışığında değerlendirip düşüncelerimizi açıklayabiliriz:
Benimsenebilecek öneriler ya da Sayın Rıza Türmen’in tanımlaması ile taslaktaki “şekerler”;
- Kamu denetçiliğinin kurulması olumlu bir gelişmedir. Ancak Meclis’in salt çoğunluğuyla seçilmesi bugünkü anayasal düzen ve siyasi parti sisteminin lidere dayalı oligarşik yapısı karşısında güven vermediği için eleştirilmektedir.
- Memura toplu sözleşme hakkının grev hakkı ile birlikte verilmemesi durumunda işlevi olmayacaktır.
- Çocuklar, yaşlılar ve engellilere ilişkin pozitif ayrımcılığa ve çocuk haklarına yönelik düzenlemeler desteklenmelidir. Ancak bu öneriler de bir bütün olarak sunulmadığı için diğer hak ve yükümlülükler ile birlikte düzenlenerek daha güçlü kılınmaları sağlanamıyor.
- Askerlerin askeri suçlar dışında sivil mahkemelerde yargılanmaları, Yüksek Askeri Şura ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bir kısım kararlarına karşı yargı yoluna gidilebilmesi, memurlara uyarma ve kınama cezaları karşısında yargı yolunun açılması, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının tanınması, 12 Eylül darbesine koruma sağlayan hükümlerin kaldırılması da genel destek görebilecek önerilerdir.
Eleştirilen öneriler;
ANAYASA MAHKEMESİ
- Önerinin kamuoyunda tartışılan ilk halinde; Anayasa Mahkemesi’nin on dokuz üyesinden on altısını gösterilen adaylar arasından veya doğrudan Cumhurbaşkanı seçebilecekti/atayabilecekti. Buna göre Cumhurbaşkanı; beş üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar ve Anayasa Mahkemesi raportörleri, iki üyeyi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından belirleyecekti. TBMM’ne sunulan son metin de ise üye sayısı on yediye indirilmekte, Cumhurbaşkanı’nın vatandaşlar arasında iki üye atamasından vazgeçilmekte buna karşılık Askeri Yargıtay’ın bildireceği üç aday arasında seçmesi düzenlenmektedir. Böylelikle Cumhurbaşkanı’nın 14 üye ataması önerilmektedir.
- Anayasa Mahkemesi’ne üç üyenin TBMM tarafından salt çoğunlukla seçilmesi yürürlükteki seçim ve siyasi partiler sistemi karşısında doğrudan iktidar partisine/liderine tanınmış bir olanak durumundadır
- Siyasi iktidarın etkin olduğu kurumlardan gelen üyelerin sayısı artırılırken, diğer kurumlardan gelenlerin sayısının azaltılması da yürütme organının yüksek mahkeme içinde etkin olma isteğinin bir başka örneği olarak değerlendirilmelidir.
- Aynı eleştiri, Cumhurbaşkanına tanınan Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından üye seçebilme yetkisine de yöneltilmelidir. Böyle bir düzenleme de yürütmenin yargı üzerindeki etkinliğini artıracak Anayasa Mahkemesi raportörlerinin bağımsızlığı ve tarafsızlığını zedeleyecektir. Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından üye seçimi isteniyor ise Türkiye Barolar Birliği önerisinde olduğu gibi “elli yaşını doldurmuş ve Anayasa Mahkemesinde en az on yıl raportör hakimlik yapmış olanlar arasından Anayasa Mahkemesince üye tam sayısının salt çoğunluğu” tarafından seçilmelidir.
- Serbest avukatlar arasından gösterilecek üç adayın seçimi Türkiye Barolar Birliği önerisinde olduğu gibi Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu tarafından gerçekleştirilmelidir.
- Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan görevi Genel Kurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarını da kapsayarak sürdürülmektedir. Ancak önerilen şekilde oluşturulacak bir Anayasa Mahkemesi’nin bu görevi gerçek ve adil bir yargılama olarak yerine getirebilmesi çok tartışmalıdır. Önerilen yapıda en fazla altı yargıç kökenli üye bulunabilecek, yargı ile ve ceza yargılaması ile ilgisi olmayan üyeler çoğunlukta olacaktır. Böyle bir Yüce Divan yapısı sakıncalıdır. Bu nedenle Yüce Divan yargılamasının Anayasa Mahkemesi tarafından yapılmasının yerinde olmadığına yönelik yıllardır belirtilen eleştirilerin dikkate alınarak bu görevin Türkiye Barolar Birliği önerisinde olduğu gibi Yargıtay tarafından yerine getirilmesini sağlayacak düzenleme yapılmalıdır.
YERİNDELİK DENETİMİ
İdarenin yargısal denetiminde önemli tartışma konularından olan “yerindelik denetimi”, Anayasa’nın 125 inci maddesinin 4 üncü fıkrasının 1 inci cümlesi; “Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.” haline getirilerek çözümlenmek isteniyor.
HAKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumu için önerilen değişiklikler, hedeflediği üye yapısı ve bu üyelerin seçimi, kurula verilen; “adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme” gibi görevlerin siyasi baskı kuşkusu olmadan yerine getirilmesini olanaksızlaştırmaktadır. Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi’nin 2007 yılında hazırladığı 10 numaralı rapor Kurul’da yargıç olmayan üyelerin yer alabileceğini düzenlemekte ancak bu nitelikteki üyelerin atamalarının yürütme tarafından yapılmaması gerektiği belirtilmektedir.
Konsey, karma kurulların kendi çıkarına çalışma, kendisini koruma ve yandaşlık algısına karşı avantajlar getireceği, böylelikle yargıya ek bir meşruiyet kaynağı sağlayacağı görüşündedir. Kurul’un karma nitelikte oluşturulması durumunda bazı görevlerinin tamamı yargı
mensubu üyelerden oluşan ayrı bir oturumunda yürütülmesi istenmektedir.

Öte yandan Kurul’un parlamenter çoğunluktan ve yürütmeden gelecek baskılara taviz vermeyecek, bir siyasi partinin güdümünde olmayacak, adaletin temel ilkeleri ve değerlerinin teminatı olacak şekilde oluşturulması gereği vurgulanmaktadır.
Bütün bu tavsiyelere karşın, öneri paketinde, Cumhurbaşkanı dört asil üyeyi yüksek öğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ya da üst kademe yöneticileri ve avukatlar arasından doğrudan seçmektedir/atamaktadır. Dört üyenin Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek olması Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi’nin yasama ve yürütmenin seçime karışmaması tavsiyesine aykırıdır.
Avukatlar arasından yapılacak seçimin Türkiye Barolar Birliği’nin önerisinde olduğu gibi Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu tarafından yapılması gerekir.
Kurul’a üst kademe yöneticileri arasından atama yapılması yerinde değildir.
Yüksek öğretim kurumları öğretim üyeleri arasından atama yapılacak ise bunun Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi’nin tavsiyesine de uygun olarak hukuk fakültelerinde olağanüstü başarıları ve profesyonel tecrübeleri ile öne çıkmış profesörler ile sınırlı tutulması uygun olacaktır.
Önerinin kamuoyunda tartışılan ilk halinde; bir asil ve bir yedek üyenin Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından Anayasa Mahkemesince seçilmesinin düzenlenmesine karşın son metinde bu önerinin yerini bir asil ve bir yedek üyenin Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca seçilmesi almıştır.
Üyesi sayısı 7’den 21’e çıkarılan Kurulda Adalet Bakanı ve müsteşarın üyelikleri korunuyor. Böylelikle 1961 Anayasası’nda olmayan 1982 Anayasası’nın getirdiği düzenleme sürdürülüyor. Oysa bu düzenlemenin yargı bağımsızlığına aykırı olduğu yolunda uzun yıllardan bu yana ortak görüş oluşmuş, hatta AKP/Özbudun 2007 Taslağında bu yolda düzenleme de yapılmış idi.
Başkanlığı korunan Adalet Bakanı’nın yetkileri de genişletilmektedir. Örneğin; yönetim ve temsil Adalet Bakanı’na ait, (Önerinin kamuoyunda tartışılan ilk halinde Başkan Vekili’ni de Adalet Bakanı’nın seçmesi yer almakta iken son metinden çıkarılmıştır.) Genel Sekreter’i Adalet Bakanı atayacak, yargıç ve savcıların soruşturulması da Adalet Bakanı’nın onayına bağlı. Görüldüğü gibi değişiklik önerisi, hem getirdiği üyelik yapısı ve hem de Adalet Bakanı’nın konumu ile siyasi iktidarın elinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun içinde olmasına ve böylelikle de yargıç ve savcıların atanması, özlük hakları, teftişleri ve mahkemelerin işleyişi gibi konuları kontrol edebilmesine olanak tanımaktadır.
Oysa Avrupa Yargıçlar Danışma Konseyi’nin 2007 yılı 10 numaralı raporu, Venedik Komisyonu raporu ve AB Komisyonu’nun izleme raporları Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi kurulların başkanlarının siyasal partilerle ilişkisi olmayan tarafsız bir kişi tarafından yürütülmesi öngörülüyor.
- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun oluşumunda yüksek yargının temsili de azalmaktadır, 21 üye içinde yüksek yargı dört üyeyle temsil edilecektir. Danıştay’dan iki üye yerine bir üye seçilmektedir.
- En büyük ağırlık adli yargıdaki “birinci sınıf olup birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan” yargıç ve savcıların seçeceği yedi üye ile idari yargıdan seçilecek gene aynı nitelikleri taşıyan üç üyede toplanmaktadır. Böylelikle 21 üye içinde 10 üye ile yargıç ve savcılar temsil ediliyor. Adliyelerde görev yapmakta iken mesleklerinin en üst karar organına geçici bir süre için seçilen yargıç ve savcıların görev süresi sonundaki konumları, adliyelere dönüşte hangi görevlerde değerlendirilecekleri ve kendileri hakkındaki kararı nasıl vereceklerine yönelik tereddütlerin giderilmesi gerekmektedir.
Getirilen öneriler Kurul’un mevcut durumundan daha bağımsız olmasını sağlayacak yeterlikte değildir. Ayrı bir sekretaryasının olması, bir kısım müfettişlerin Kurula bağlanması, kararlarına karşı itiraz olanağının tanınması bağımsız ve demokratik bir nitelik kazanmasına yetmemektedir. Yetkileri artırılmış Adalet Bakanı’nın başkan, müsteşarının da üye olduğu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan siyasi iktidarın elini çektiği söylenemez.
Hatırlanacağı gibi Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı Yargı Reformu Strateji Taslağı’nın ilk metninde de “Adalet Bakanı ile Müsteşarı”nın Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun bünyesinde yer alması, “Yargının demokratik meşruiyeti yönünde atılmış önemli bir adım” olarak açıklanmış idi.
Avrupa Birliği-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Helene Flautre, Adalet Bakan ve Bakanlık Müsteşarı’nın yerlerinin korunmasının demokrasinin temel ilkesi olan erkler ayrımını zedeleyici bir etkiye sahip olduğunu belirterek bu konudaki önerinin geri çekilmesi çağrısında bulunduğu açıklanmıştır.(Milliyet Gazetesi, 28.10.2010)
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin (R [94] 12) kararında, bu husus; “Hâkimlerin seçimi ve kariyerleri konusunda karar veren merci, hükümet ve idareden bağımsız olmalıdır. Bu merciin bağımsızlığını teminat altına almak için getirilecek kurallarla merciin üyeleri yargı tarafından seçilmeli ve bu merci kendi usul kurallarını kendisi vaz’etmelidir.” şeklinde belirtilmektedir. (www.abgm.adalet.gov.tr/dokumanlar/bangalortr.pdf) (Prof. Dr. Fazıl Sağlam, “Yargı Reformuna İlişkin Aldatmacalar” Cumhuriyet Gazetesi 5.3.2010)

SİYASİ PARTİLERİN KAPATILMASI
- Siyasi partilerin kapatılmasına yönelik olarak, Anayasa’nın 68. maddesinde belirtilen yasaklar korunarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın kapatma davası açmada tek başına yetki sahibi olmasını önleyen usuli bir değişiklik öneriliyor. Oysa, parti kapatma davaları konusundaki uygulamaya yöneltilen eleştiriler sadece kolayca dava açılmasına ilişkin olmayıp yasakları da kapsamaktadır. Bu nedenle asıl değişikliğin, Venedik Komisyonu Kriterleri’ne uygun olarak partilerin şiddete başvurmaları veya şiddet yöntemlerini savunmaları halinde kapatılabilecekleri şeklinde yapılması gerekirdi.


- Siyasi parti kapatma davalarının Anayasa Mahkemesi önüne getirilmesine siyasal engeller konulması özellikle parlamentodaki siyasi partilerin fiilen kapatılmayacağı sonucunu doğuracağından endişe duyulmaktadır.
- Bir siyasal partiye karşı açılmak istenen kapatma davasının, o siyasal partinin de temsil edildiği parlamento komisyonunun iznine bağlı olması tarafsızlığı nasıl sağlayacaktır.
- Anayasa’dan “temelli” sözcüğünün çıkarılmasının önerildiği de dikkate alınır ise bütün bunlardan anayasal sistemimiz içinde parti kapatma yaptırımının bulunmasının pek istenmediği anlaşılıyor. Eğer böyle ise ısrarla vurguladığımız gibi siyasi partiler ve seçim sisteminin bir bütün olarak ele alınıp eksiksiz demokraside olması gereken kuralların oluşturulması gerekir.
SONUÇ
Ülkemizde bütün alanlarda gelişimin sağlanmasının temel koşulu eksiksiz demokrasiyi gerçekten isteyerek oluşturup kurumlaştırmaktır. Bu hedefe ulaşmanın yolu öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurum olmasından geçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurum olabilmesi için de siyasi partiler sisteminin ve seçim sisteminin ülkede erkler ayrımını işletecek bir yapıya kavuşturulması gerekir. Seçim sistemi ve siyasal partiler sistemimizi düzeltmedikçe sorunlarımızı çözebileceğimize inanmıyorum. İşte bütün bunlara yasal zemini oluşturacak yeni bir anayasayı ve bu anayasayı gerçekleştirecek toplumsal uzlaşmayı otuz yıl dolmadan gerçekleştirmeliyiz. 31.3.2010

Yol Tarifi