ÇEVRE VE ENERJİ

Makaleler / Çevre Makaleleri | 10.10.2011

Av. Güneş Gürseler

Yirmi yıl önce çok duyarlı bir ortamda en ayrıntılı şekli ile çevre sorunlarını gündemine alıp tartışan ve bu süreç sonunda Çevre Bakanlığı’nı kuran Türkiye, gündeminden “çevre”yi düşürmüşken son birkaç aydır tekrar “çevre”yi anımsadı. Aslında doğa, küresel ısınma, kuraklık, çölleşme gibi belirtilerle kendini hatırlatmasa pek hatırlayacağımız da yoktu.
Geçen yirmi yılda sanayiden kentleşmeye, turizmden tarıma, ticaretten enerjiye ve vergi politikalarına kadar hiçbir politikamızı çevreye uyumlu hale getiremedik. Tersine günü kurtaracak, sorunları halının altına süpürecek göstermelik davranışlarda bulunduk. Çevre Bakanlığı’nı işlevli hale getiremeyip kapattık. Örneğin, su havzaları bazında bölgesel örgütlenme yerine her il’e çevre müdürlüğü tercih edildi. Şimdi boşa geçen zamana yanıyoruz.

ÇEVRE VE ENERJİ

Yaşantımızı enerji tüketerek sürdürüyoruz. Ekonominin itici gücü enerji, sanayileşme ve refah da eneri ile doğrudan ilintili. Uygarlığımızın sürmesi de artan nüfusun gereksinimlerine uygun oranda enerjinin varlığına, güvenli ve sağlam kaynaklardan elde edilmesine bağlı.
“Sosyo-ekonomik yaşamın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi ve iyileştirilebilmesi en başta gerekli enerjinin sağlanması ve kullanılmasına yönelik emniyetli, güvenilir, enerji ekonomisi yönünden verimli ve çevre ile uyumlu bir enerji alt yapısının oluşturulabilmesine bağlıdır.”(1)
Uygarlığımız, çevreye zarar vermeyen enerji üretimi ve tüketimini başaramadı. Alışkanlıklarımızı değiştirmedikçe geleceğimiz pek parlak gözükmüyor. Geldiğimiz noktada gezegenimizin içinde bulunduğu en temel küresel çevre sorunu olan iklim değişikliğinin yanlış enerji üretimi ve tüketimi anlayışının sonucu olması kaygıları daha da artırıyor.
Son yirmi yıldır, en azından kendi kişisel çabalarımızın sonuç vermediğini, insanlığın bütün teknolojik ve ekonomik gelişime karşın hızla küresel bir yıkıma doğru gidişin ayırdına varamadığını görünce, bin yıllarca oluşan bütün bir uygarlığın neye yaradığını sorgulamak gerekiyor.
1850 yılından bu yana atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun dörtte birden fazla arttığını, her yıl altı milyar ton karbondioksitin havaya karıştığını, karbondioksit ve sera gazlarındaki artışın yüz binlerce yıldır olmadığı bir düzeye ulaştığını, gezegenimizin ortalama sıcaklığının 15 dereceden 15.8 dereceye çıktığını ve bu artışın eko sistemin değişmesi için yeterli olduğunu, en sıcak yılların son dönemde yaşandığını herkes biliyor. Bu soruna, gezegenin ve insan soyunun sürmesini sağlayacak şekilde müdahale edebilmek için daha az fosil yakıt tüketmeyi amaçlayan yeni enerji planlamaları yapılması gerekli olduğu da karşı çıkılamayan bir gerçek.
Aynı teknolojiler kullanılmaya devam edilir ve toplam enerji miktarı da günümüzdeki hızla artarsa gezegenimizde enerjinin sürdürülebilirliği olanaksızlaşacaktır.
Aslında enerji tüketicileri bir kaynak tercihi yapmamaktadır. Onların sorunu enerjinin sunduğu hizmetleri daha kolay ve ucuz satın almak ve olabildiğince kullanmaktır. Rahat yapılar, ısı, ışık, pişmiş yiyecek, ağırlık kaldırmak ve kolayca yer değiştirebilmek.
Bütün bunlar karşısında güncel sorun “enerji güvenliği”nin sağlanması, küresel boyutta bunu sağlayabilecek, fosil yakıtların kullanımını en aza indirecek, temiz enerji kullanımını esas alan yeni bir enerji politikasının belirlenmesidir.

ÇEVRESEL GÜVENLİK / ENERJİ GÜVENLİĞİ

“Enerji güvenliği”, emin, güvenli ve süren bir enerji hizmetleri bütünü olarak “ÇEVRESEL GÜVENLİK” kavramı içindedir. Küresel güvenliğin askeri güvenlikle ilgisinin olmadığı artık anlaşılmalıdır. Günümüzde gezegendeki yaşamı tümüyle sona erdirecek bir askeri tehdit olasılığı çok azdır. Buna karşılık canlı yaşamı sona erdirecek küresel tehdit hızla büyümektedir. Temel yaşam sistemleri; hava, toprak ve su hızla kullanılmaz hale gelmekte ve yüksek düzeyde enerji tüketimine dayalı yaşam biçimleri “enerji güvenliği” ile çelişmektedir. Oysa enerji tasarrufu yapmak ve enerjiyi verimli kullanmak yeni kaynaklar arayıp bulmaktan ve yeni yatırımlar yapmaktan çok daha ucuzdur. Tasarrufun birinci koşulu ise askeri güvenlik için yapılan harcamaların bir bölümünü çevresel güvenlik yatırımlarına aktarmaktır. Böyle bir aktarmanın gerçekleşebilmesi için gereken en önemli değişiklik uygun politik ortamın yaratılmasıdır. Gelişmiş ülkelerin bugün ulaştıkları kalkınmışlık düzeyinin dünyanın ısınmasında ve enerji paylaşımındaki eşitsizlikte büyük payı vardır. Dünyanın zenginleri, fakirlerden yaklaşık yirmi kat fazla enerji tüketmektedirler.
Çevresel güvenliğin ve bunun içinde enerji güvenliğinin başarılabilmesi için acil olarak kullanılması gereken parasal ve teknolojik kaynaklar gelişmiş ülkelerin siyasetçilerinin elindedir. Bu nedenle, günümüz politikacısının sorumluluğunu iyi kavrayıp, kendi seçim bölgesi ve ülkesini aşarak bütün dünyanın sorumluluğunu taşıdığını görüp küresel politikalar üretmesi gerekmektedir. Yaşamın sürdürülebilmesi ancak küresel bir işbirliği ile sağlanabilecek durumdadır. Sürdürülebilir yaşam ya da sürdürülebilir toplum; bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların kendi gereksinimlerini giderme yeteneklerini yok etmeden karşılayan toplumdur. İşte bu nedenle, yeni bir enerji stratejisi, yeni bir enerji politikası gereklidir.
Aslında açmaz da bu noktadadır. Öyle bir enerji stratejisi belirlenecektir ki sadece hangi kaynaktan ve ne kadar enerji üretileceği değil bu üretim sırasında çevre için neler yapılacağını ve çevrenin nasıl korunacağını da içersin. Ne kadar enerji üretilecektir ve bu üretimden çevre ne kadar etkilenecektir? Bu sorunun yanıtının; “enerji üretirken çevreyi en az kirletmek tüketirken de israf etmemek” olduğu bütün açıklığı ve kesinliği ile bilindiği halde onlarca yıl gereği yapılmamıştır.
21. yüzyılda bu yanıtı gerçekleştirebilmek için; “zengin ve sanayileşmiş ülkelerin enerjinin üretimi ve tasarrufu ile üretiminin yaygınlaştırılması hususunda uluslararası ahlaki bir sorumluluk sahibi olduklarını idrak etmeleri gerekir. Bunlar: enerji talebini azaltmak ve çevreyi temiz tutmak için ellerinden gelen her türlü teknik ve teknolojik önlemi almalıdırlar, gelişmekte olan ülkelerin enerji ihtiyaçlarını da tespit ve teslim etmelidirler, bu ülkelerin çevreyi temiz tutacak, sanayileşmiş ülkelere ileride bir yük olmaksızın ekonomilerini geliştirecek ve kendilerini fakirlikten kurtaracak her çeşit enerji üretim teknolojileriyle donatabilmelerine de müsaade etmelidirler.”(2)
21. yüzyılın en yaşamsal sorunu enerji tüketimini iki kat artması beklenen nüfus kadar artırmamaktır.

ENERJİ TASARRUFU / ENERJİ VERİMLİLİĞİ

En önemli çevre sorunları enerji üretim ve tüketiminden kaynaklandığı için “çevre”, “enerji tasarrufu” ve “enerji verimliliği” birbirini tamamlayan kavramlardır. Günümüzde enerji tasarrufu “ek bir yerli enerji kaynağı” olarak tanımlanmaktadır. Enerji tasarrufu daha çabuk ve ucuza elde edilen bir enerji kaynağıdır. Bir bütün olarak çevre üzerinde olumlu etkilere sahiptir ve çevre yıkımının önüne geçebilecek çözümlerin başındadır. Örneğin, kullanılandan daha az enerji, daha az karbondioksit, daha az kükürtdioksit ve daha az partikül demektir. Bu nedenle enerji tasarrufu gücünün ekonomiye kazandırılmasının enerji politikaları arasında önemi ve önceliği korunmalıdır.

ENERJİ VE TÜRKİYE

Enerjide dışa bağımlı bir ülke konumunda olan Türkiye’de büyüme hızı ile birlikte enerji kullanımı artmakta buna bağlı olarak da tüketimi yerli üretimle karşılama oranı düşmektedir.
Birleşmiş Milletler’in 1990-2004 yılları raporu, doğaya karbondioksit katkısını en fazla artıran ülkenin yüzde 72.6’lık oranla Türkiye olduğunu gösterdi. Elektrik enerjimizin yarısını doğal gazdan elde ediyoruz. Kömür ile birlikte fosil yakıtların enerji üremindeki oranı yüzde 75, hidroelektriğin payı ise yüzde 25, onbeş yıl öncesine kadar yüzde 40 idi.
Türkiye’nin işte böyle bir enerji tablosuna göre politikalarını belirlemesi gerekir. Türkiye dışalıma bağlı bu enerji sisteminin güvencelerini de oluşturmalıdır. Türkiye dışa bağımlı enerji ile sanayileşerek gelişen bir ülkedir. Böyle bir ülkede enerjinin zamanında, güvenilir, kaliteli ve ucuz yollardan sağlanması çok önemlidir. Bir tıkanma ile karşılaşılmaması için hem enerji türünün hem de enerji ithal edilen ülkelerin çeşitlendirilmesi ve tek ülkeye, tek enerji kaynağına bağlı kalınmaması gerekir.
Ülkemizde enerji verimsiz kullanılmakta, israf edilmektedir. Enerjiyi çok savurganca ve hayal gücümüzü hiç kullanmadan tüketiyoruz. Enerji tasarrufu yalnızca bir teknoloji sorunu değildir. Aynı zamanda düşünsel bir yaklaşımdır. Karbondioksit emisyonlarını azaltmaya yönelik en önemli ve düşük maliyetli olanaklar enerji tasarrufu ile sağlanabilecektir. Geleceği düşünerek enerji tasarrufunu ve verimli kullanımı sağlayacak politikalar geliştirmeli bu alandaki yasal eksikleri gidermeli, yönetsel, parasal ve teknik çözümleri geliştirmeliyiz. Satın aldığımız enerjiyi tüketen araçların enerji verim düzeyinin çok yüksek olması gerekir.
Türkiye’de bu konuda yaşanan sıkıntıların bir diğer nedeni de tüm sektörler için olduğu gibi enerji sektörü için de bir çevre politikasının olmayışıdır. Çevreye uyumlu köklü, kalıcı bir enerji politikası oluşturulamamıştır. Her işin bir bedeli var, enerjinin ki ise oldukça yüksek. Türkiye bu gerçeği kabul ederek, “her şeye rağmen enerji” saplantısına kapılmadan, “çevre mi kalınma mı” ikilemine düşmeden, kendi enerji gerçeklerini ortaya koyup, bunları güncel ve gelecek enerji gereksinimi ile karşılaştırarak enerji politikasını belirlemelidir.
Türkiye gerçekçi ve temiz enerji yatırımı ve üretimi modelini esas almak zorundadır. Enerji üretirken çevreyi en az düzeyde kirletmeyi ve tüketirken de israf etmemeyi öğrenmek ve bütün enerji politikasını bu temel üzerine oturtmak zorundayız.
Sorun sadece hangi kaynaktan ne kadar enerji üretileceği değildir. Enerji üretilirken çevre için neler yapılacağı ve çevrenin nasıl korunacağı önemlidir.
Bu politika belirlenirken şöyle bir sıralama yapılmalıdır;
1. Acil öncelik enerji tasarrufuna verilmelidir.
2. Öncelikle Türkiye’nin enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke olmadığını kabul etmeliyiz.
3. Yenilenebilir/temiz enerji kaynaklarımızı kullanabilecek yatırımlara öncelik tanımalıyız. Su gücümüzün kullanıldığı hidrolik enerji yatırımlarının yaşadığı ve yarattığı sorunlar yeniden değerlendirilmeli ve bu alandaki üretim sorunları aşılmalı, güneş ve rüzgar enerjisini özendirecek yasal ve ekonomik tedbirler alınmalıdır.
4. Doğal gaz kullanımı enerji üretimini tek kaynağa bağlamayacak bir anlayışla ve ülke seçenekleri artırılarak düzenlenmelidir.
5. Termik santrallerden ömrünü tamamlamış olanlar devreden çıkarılmalı, üretime devam edenlerin çevreye en az zarar verecek teknoloji ile donanımı sağlanmalıdır.
6. Türkiye nükleer enerjiye gözlerini kapayamaz. Nükleer santraller yaptığımız bu sıralama kapsamında gündemimizde olmalıdır.
Bu sıralamaya göre belirlenecek bir enerji politikasında;
- Enerji üretim ve tüketiminde çevre faktörünü göz önüne alan bir ekonomik değerlendirme yapılmalıdır.
- Yenilenebilir/temiz enerji kaynaklarından yararlanma konulu araştırma çalışmaları desteklenmelidir.
- Enerji tasarrufu ve verimli kullanımı konusunda aileden başlayan eğitimler verilmelidir,

KOBİ’LER ENERJİ VE ÇEVRE

Bütün bu anlattıklarımız içinde KOBİ’lerin önemli bir yeri ve yapabilecekleri vardır.
Öncelikle yenilenebilir/temiz enerji kaynaklarının kullanımında, bu sektördeki araçların üretiminde çok daha etkin olabilirler. Özellikle güneş ve rüzgar enerjisi alanlarında hem üretimi hem de tüketimi özendirecek önlemler ile KOBİ’lerin etkinliği artırılmalıdır.
Enerjinin verimli kullanımı ve tasarrufu alanlarında KOBİ’ler üzerlerine düşeni yapmalıdırlar.
Satın aldıkları enerjiyi tüketirken kullandıkları araçların verimliliğini en üst düzeye çıkararak ve tasarruflu kullanarak hem kendi üretimlerinin maliyetini düşürebilir hem de çevreye çok önemli katkıda bulunabilirler.

SONUÇ

İnsanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyi ve kazanımlar gelecek kuşaklar pahasına yaratılmış ve yoksul insan sayısı giderek artmış ise hiçbir ekonomi ya da ekonomik sistem başarılı sayılamaz.
Bugünün egemen kültürü “sınırsız tüketim” anlayışına dayalıdır. Çevreci hareket de işte bu egemen kültüre başkaldırı hareketidir. Temel başkaldırı da ekonomi politikalarına yöneliktir. Egemen kültürün dinamiği üretim/tüketim, temel mantığı da daha fazla üretmek ve daha fazla tükettirmektir. Her şey, doğal kaynaklar, teknoloji üretip tüketmek için vardır. Daha fazla üretip daha fazla tüketmek amaç haline gelmiş ve insanlar tüketim kölesine dönüştürülmüştür.
Üretim ve tüketim düzenleri bu mantık ile ve doğanın yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürüp gittikçe çevre sorunlarının çözümünde başarı sağlanamaz.
Bu mantığın değişmesi ise tüketimin amaç değil araç görüldüğü, “sınırsız büyüme” yerine çevre-ekonomi dengesine dayanan, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı gören bir kültürün egemen olmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

(1)
Mustafa Yıldırım, Melih Akalın, “Enerji Üretimi ve Tüketiminde Çevre” (21. Yüzyılda Bütün Yönleriyle Enerji Sempozyumu, Bildiriler, İstanbul 1994, s:942)
(2) Ahmed Yüksel Özemre, “Konvansiyonel ve Alternatif Enerji Kaynakları Açısından Dünyanın Geleceği” (a.g.e. s:425)
(3) F. Behçet Yücel, “21. Yüzyıl Girerken Türkiye’nin Enerji Geleceği Üzerine Temel Düşünceler” (a.g.e. s;533)
(4) Mustafa Turhan, “Türkiye Enerji Politikaları” (a.g.e. s:546)
(5) Oktay Apaydın, “Türkiye’nin Enerji Politikası” (a.g.e. s:551)
(6) Tülin Keskin, “Enerji Verimliliğinin Genel Enerji İhtiyacımız ve Çevre Kirliliği Üzerine Etkileri” (a.g.e. s:914)
(7) Ömer Kuleli, “İçerden Gazel” Ümit Yayıncılık, Ankara 1993.
(8) Güneş Gürseler, “Dikkat Dünya Tektir” Ümit Yayıncılık Ankara 1992.
(9) “ “ “Enerjinin Çevreye Uygun Üretim ve Tüketimi” Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Haziran 1994 Sayı:168 s:17
(10) Güneş Gürseler, “Çevrecilik; Eğemen Kültüre Başkaldırı” Açılım Dergisi, Kasım 2004 Sayı:2 s:43
(11) Al Gore, “Küresel Denge”, Sabah Kitapları, İstanbul 1993.
(12) Nuran Talu, “TBMM’de Çevre Siyaseti”, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2004.
(13) Pınar Kılıçoğlu, “Türkiye’nin Çevre Politikalarında Sürdürülebilir Gelişme”, Turhan Kitabevi, Ankara 2005.

Yol Tarifi