Güneş Gürseler
“Dijital Hizmet Vergisi İle Bazı Kanunlarda Ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”, 21.11.2019 tarihinde kabul edilerek siyasi iktidarın ve de parlamentomuzun bir türlü vazgeçemediği torba/çuval uygulamasının son örneği olarak 7193 kanun numarasını aldı. Böylece ilgili ilgisiz akla gelenlerin gelişigüzel içine atıldığı bir çuvalımız daha oldu.
Bu çuval öncelikli olarak yeni bir vergi olan dijital hizmet vergisini düzenlemekle birlikte birbirinden çok farklı alanlara ilişkin 13 kanun ve bir kanun hükmünde kararnamede toplam 52 maddelik önemli değişiklikler yapıyor. Bu kadar teknik ve ayrıntılı düzenlemeler Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki ilgili bürokratlar tarafından hazırlanıyor iktidar partisi milletvekillerine imzalattırılarak onların eseri gibi TBMM’ne sunuluyor. Bu teklifi de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 97 milletvekili imzalamış. Bu kadar çeşitli ve ayrıntılı düzenlemelere imza koyabilen sayın milletvekillerinin önerdikleri yenilik ve değişikliklere vakıf olduklarını umuyorum. Ancak bu yöntem yasalaşma sürecini kamuya açmadığı için ilgili çevrelerin katkısı alınamıyor. Ağzı açık olduğu için TBMM Genel Kurulunda yeni önergelerle torbaya başkaca önemli değişiklik ve düzenlemeler atılıyor. Düzenlemelerin kamuoyunda tartışılması ise ancak yasalaştıktan sonra gerçekleşebiliyor.
Bütçe Plan Komisyonu görüşmeleri sırasında teklife eklenen yeni madde ile Elektrik Piyasası Kanunu’nda değişiklik yapılarak 12 ilde bulunan 15 termik santralin çevre mevzuatına uyumu için yıl sonuna kadar verilen süre 30 Haziran 2022 tarihine kadar uzatıldı. Böylelikle bu termik santralları işletenlerin iyileştirme ve baca gazını filtrelendirme yatırımını yapmaları iki buçuk yıl ötelendi. Bu sürede çevreye, doğaya ve insan sağlığına zarar verilmeye devam edilecektir. Ayrıca çevreye zarar verseler de bu santrallerinelektrik üretim faaliyeti durdurulamayacak ve idari para cezası uygulanamayacaktır.Hazırlanan metni sahiplenip yasa teklifi haline getiren 97 iktidar milletvekili 2014 ve 2017 yıllarında aynı konuda yapılan değişikliklerin Anayasaya aykırılığının Anayasa Mahkemesi kararları ile saptandığını görmezden gelmiştir. İktidarın bu teklifi kanunlaştırma ısrarı karşısında teklifin ilgili 50 inci maddesi görüşülürken salonda muhalefetten sadece 36 milletvekilinin bulunması da çevre duyarlılığımızın düzeyini gösteriyor.
Ne yazık ki sanayicimizin büyük çoğunluğu işletmesinin çevreye zarar vermesini önleyecek yatırımın maliyetine katlanmak istemiyor. Oysa buna katlanmamak çevreye, doğaya, topluma büyük zararlar veriyor, çok daha büyük maliyetler yaratıyor.
Bu yanlışları yaşayan bir ülkede çevre bilincini yükseltmek, çevre hukukunu geliştirmek, planlamadan vazgeçilen bir dönemde yatırım kararları verilirken çevre korumacı anlayışı planlamanın temeline koyabilmek çok zor.
Bu zorlukları aşabilmek için ekonomi – ekoloji bilincini, çevrenin kalkınmanın hem kaynağı hem sınırı olduğu anlayışını, çevre korumanın hem maddi hem manevi bir maliyeti olduğunu, bu maliyete katlanmamız gerektiğini kabul etmemiz ve topluma benimsetmemiz gerekiyor, yoksa “kıyamete” gidiyoruz.
Çevre bilincinin gelişip yerleşmesinde öncülüğün siyasi partilerde olması gerekiyor. Sivil toplum örgütlerinin çabaları siyasi destek bulmadıkça eksik kalıyor. Siyasi partileri bu doğrultuda yönlendirecek olan da seçmenler. Yani, zehir bacaları istemediğini oyları ile belirtecek eko-seçmene, eko-politikaları ile bu oylara talip olan eko-partilere gereksinimimiz var.27.11.2019