İTHAM EDİYORUM…

Makaleler / Gazete Yazıları | 05.11.2020

Güneş Gürseler

Baroderneği (çoklubaro) yasa teklifi, baro başkanlarımızın özverili ancak gecikmiş eylemlerine karşın sonunda yasalaştı. Bu eylem ve direniş demokrasinin Türkiye serüveninde temel hak ve özgürlüklerde yol alamadığımızı bir kez daha ortaya koydu. Başkanlarımıza ve meslektaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Keşke cübbelerimizle birlikte bu kadar hırpalanmasalardı.

İyi niyetli olduğu da söylenemeyecek bu yasa değişiklikliği sorun çözmeyip mesleğe, meslektaşlara ve yargıya, kılık kıyafetten disipline kadar zarar verecek bir düzenleme yarattı. Teklif yasalaşmadan çelişkilerini, neden olacağı sorunları dört ayrı yazımda belirttim.

Ancak, Karamanlı Kami’ye bir kez daha rahmet okuyorum;

“Güle guş ettiremez yok yere bülbül inler,

Varak-ı mihr ü vefayı kim okur dinler.”

Neyse biz görevimizi yapalım ve en azından “Hayata yazarak müdahale etme arzu, telaş ve aşkı”mızı sürdürelim.

Bağımsız ve güçlü savunmanın tarafsız ve bağımsız yargıda, tarafsız ve bağımsız yargının gerçek hukuk devletinde, gerçek hukuk devletinin de eksiksiz demokraside olabileceği dizgisindekilerin hiçbirini tam anlamıyla gerçekleştirememiş ülkemizde bağımsız ve güçlü savunmanın var olduğunu söylemek ve yakın zamanda gerçekleşebileceğini ummak kolay değil. Zaten hep birlikte kolaylaştırmıyor zorlaştırıyoruz.

Avukatlık yasamızdaki değişiklik ile sonuçta geldiğimiz nokta da bu.

Aslında bu sonucun adım adım yaklaşmakta olduğu görmezden gelindi.

Görmezden gelenler kimler,tüm“hukukçular”; hukuk akademisyenleri, hukuk öğrencileri, hukukçu bürokratlar, iktidarı ve muhalefeti ile hukukçu siyasetçiler, yargıçlar, savcılar, avukatlar, barolar, barolar birliği yani hepimiz.

İşte bunun için hepimizi itham ediyorum, görevimizi yapmadık.

Sorunlarımızı ve bunların nasıl çözüleceğini bildiğimiz halde gücümüzü bir araya getirip, öncülük alıp çözümlerimizi ortaya koyup uygulaması yetkimizde olanları uygulamadık, yetkimizde olmayanları da dayatamadık. Yaptığımız çözümleri hep başkalarından beklemek oldu. Son “baroderneği”/”çoklubaro” yasa teklifi süreci de aynı doğrultuda gelişti.

Sekiz yıl önce 18 Haziran 2012 tarihli yazımda; “Savunma mesleğinin örgütlenmesinde sorun olduğunu düşünüyorsak ki öyledir, yapılması gereken sayısal büyümeyi kontrol altına almak, avukat sayısı belirli bir sınırı aşan bölgelerde yeni baroların kurulmasına olanak tanımaktır.” görüşümü belirtmiş, avukat sayısındaki sağlıksız şişmeyi önleyemezsek böyle bir sonuçtan kaçınamayacağımıza dikkat çekmek istemiştim. Dünyanın en büyük barosu olmakla övünen anlayış sahipleri ile bu sorunu tartışmamız bile mümkün olamadı. 50.000 avukatla genel kurul toplayacak mekan bulmanın imkansızlığı dahi görmezden gelindi. Oysa yürürlükteki yasamızın 77 nci maddesindeki sadece bölge ve sayı düzenlemelerini değiştirmek yeterli olurdu. Örneğin avukat sayısı 5.000’i geçen illerde “yargı çevresi” esasına göre yeni baro kurulur ve o yargı çevresinde bürosu olanlar da kendiliğinden yeni baroya kayıt edilirdi. En kestirme ifade ile biri Çağlayan Adliyesi yargı çevresinde diğeri Anadolu Adliyesi yargı çevresinde örgütlenme yapılabilirdi.

77 nci maddenin uygulanmasıyla bugüne kadar pek çok yeni baro, ya ildeki avukat sayısının 30’u geçmesiyle ya da 30 dan fazla avukatın bulunduğu bölgenin il olmasıyla kuruldu. Örneğin 1990 sonrası yeni illerin kurulmasıyla sonuncusu 2019 yılında Ardahan Barosu olmak üzere 12 yeni baro kuruldu. Halen Bayburt’ta ikamet eden Gümüşhane Barosu üyesi avukatlar sayılarının 30’u geçmesini ve Gümüşhane’den ayrılarak Bayburt’ta baro kurulmasını bekliyorlar. Daha da geçmişe gidersek örneğin Tekirdağ’da faaliyette bulunan avukatlar Edirne Barosu üyesi iken 1958 yılında Tekirdağ Barosu’nun kurulması ile kayıtları Tekirdağ Barosu’na alındı.

Bu şekilde kurulan barolar bugün yapıldığı gibi baroderneği ya da çoklubaro olarak ifade edilemez, her yeni il ve yargı çevresi ile birlikte baro kurulmuştur, dernek değil.

Başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Antalya gibi büyükşehirlerimizin avukat sayılarındaki artışın yarattığı sorunlar bu iller içinde oluşmuş yargı çevrelerinde ve burada bürosu olan avukatların zorunlu üye olacakları barolar kurulması ile giderilebilirdi.

Fakat bu ve benzeri öneriler sürekli görmezden gelindi. Dünyanın en büyük barosu olmanın “sakin gücü” bölünmesin istendi. Oysa şimdi barodernekleri ile 2000 avukatı bulan ayrılıp gidecek, bu sakin güçten eser kalmayacak.

Önümüzdeki süreçte bir başka vahim sorun daha ortaya çıkacak; barodernekleri disiplin uygulamalarında özensiz davranacaklar ve sonuçta avukatların disiplin soruşturma ve kovuşturmalarında görev ve yetki adli yargıya geçecek.

Bu sadece ileriyi görmemekte ısrar değil değişimden korkmak.

Aslında bu korku günümüze kadar pek çok konuda yaşandı ve yaşanıyor. Günümüz koşullarına uygun bir avukatlık yasası için hazırlanan taslakların tartışılmasından bile korkuldu.

“İŞÇİ AVUKATLIK” uygulamasının mesleğimizin temel ilkelerine ve yasamıza aykırı bir sömürü olduğunu bu şekilde sürdürülemeyeceğini yasamızda açıkça düzenlenmesi gerektiğini söyledik, anlatamadık.

“CUMUK AVUKATLIĞI”nın da aynı şekilde mesleğimizin temel ilkelerine aykırı bir sömürü olduğunu bu şekilde sürdürülemeyeceğini “adli yardım” ilkeleri içinde yeniden düzenlenmesi gerektiğini de anlatamadık.

HUKUK FAKÜLTELERİNİN AKREDİTASYONU gerçekleştirmelidir dedik, Türkiye Barolar Birliği başlatılan süreci tamamlamadı.

STAJYER KOTASI uygulanmasında bir türlü görüş birliğine varılamadı.

Yasamızdaki MESLEĞE GİRİŞ SINAVI; iktidar, muhalefet, barolar, stajyerler ve de avukatların önemli bir bölümünün desteği ile yasadan çıkarıldı.

Türkiye Barolar Birliği bu sınavı yönetmelikle düzenledi fakat Adalet Bakanlığı ve hukukçu milletvekillerinin işbirliği ile Türkiye Barolar Birliği’nin bu konuyu yönetmelikle düzenleme yetkisi kaldırıldı.

Bu listeyi uzatabiliriz.

Uzayan liste de sorumluluğumuzun ne kadar ağır olduğunu gösterir.11.7.2020


Yol Tarifi