Güneş Gürseler
Gün geçmiyor ki yargı uygulamalarına ilişkin yeni bir haberle şaşkınlığımız artmasın. Bir kapıda tahliye edilip hemen diğerinde yeniden tutuklananlar, sadece üç kelimelik bir eleştiride bulunduğu için geceyi nezarethanede geçiren ve adli kontrol ile serbest bırakılan kadınlar, benzer durumlar karşısında farklı uygulama ve kararlar, yurt dışına çıkarken son saniyede çıkış yasağı olduğu bildirilip pasaportu alınıp sonra geri verilenler, uygulanmayan yargı kararları, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşüren tavırlar, kağıt üzerinde kalan yasalar ve reform paketleri. Bütün bunların sonucu olarak da yargıya güvenin yerlerde sürünmesi, vatandaşlarda adil yargılanmadıkları inancının giderek artması.
Yargıya olan güvensizliğin sadece nicelik eksikliğinden kaynaklandığı saplantısı ile “boş” hukuk fakülteleri açarak mezun sayısını çoğaltıp bunların hemen hepsini avukat, tartışmalı sınavları aşabilen birazını da hakim/savcı olarak tam yetki ile ülkenin dört bir tarafına dağıtmanın niteliği yükseltmediği bellidir. Deneme yanılma metodu ile adalete ancak bu kadar ulaşılabilir.
Yaşadıklarımız, “adil yargılanma hakkı” ile “nitelikli yargılanma hakkı”nın birbirlerinden ayrılamayacağını ve nitelikli olmayan yargılamanın adil de olamayacağını ortaya koymaktadır.
Bu nedenle adil yargılanma hakkını “Nitelikli Yargılanma Hakkı” ile birlikte düşünerek, bireylerin nitelikli hukukçular tarafından yargılanma isteklerini içeren bir insan hakkı boyutunda kabul edip tanımak gerekir. Bu anlayışa ulaşılabildiğinde zaten yargı reformunda büyük yol alınmış olacaktır. Bu nedenle “hızlı” yargı gibi tehlikeli bir saplantının peşinden koşmak yerine niteliği yükseltmenin peşinde koşmak gerekir.
Yargıda niteliği yükseltebilmenin öncelikli koşulu; tüm hukukçular olarak bu olumsuz ortalamayı görerek düzeltilmesi için kendimizden ve de hukuk eğitiminden başlayarak özveri ile değişimin gereğini yapmamız, siyasetin de yargıyı kullanmaktan vazgeçmesidir.
Erkler ayrımının fiilen işlevsiz kalması yanında, asıl zemin ve mekanında sorunlarını çözemeyen siyaset, çareyi yargıda arayınca siyasi tartışma ve hesaplaşmalar da yargı üzerinden yapılır oldu. Herhalde siyasi tarihimizde siyasetçilerin birbirleri ile bu kadar çok davalık olduğu, en ufak bir polemikte hemen tazminat davası açtıkları bir dönem olmamıştır. Siyasetin eli sürekli yargının içindedir, reform paketleri açıklanmakta ancak yargıyı gerçekten bağımsız ve de tarafsız kılacak yasal düzenlemeler yapılmamaktadır. Bu süreç yargıya siyasallaşma gölgesini düşürmüştür.
Aslında siyasallaşan yargı değildir, siyaset kavgasını yargı üzerinden yapmaktadır. Bunu “siyasetin yargısallaşması” olarak adlandırmak daha doğrudur. Siyasetin eli yargının bu kadar içinde iken ve de 15 Temmuz öncesinde düşmanca yapılan kadrolaşmanın tahribatı sürerken hala yargıdan tarafsız, bağımsız, adil ve nitelikli olmasını beklemek kolay değildir.
Yargının siyasetin etkisi altında kalması, bu etkiyle bölünmesi hukuk devletinin sonunu getirir. Bu bölünmüşlükten cesaret alarak siyasi rakipleri sürekli yargı baskısı, tazminat ve ceza korkusu ile yönetme arzusu demokrasi değildir.
Görüldüğü gibi sorun demokrat olamamak, demokrasiyi özümseyememek ve erkler ayrımını işlevli kılmamaktır.
Bağımsız savunma bağımsız yargıda, bağımsız yargı gerçek hukuk devletinde, gerçek
hukuk devleti eksiksiz demokraside olur.4.12.2020