Güneş Gürseler
Sonu belli yanlışlıklarla batağa çevrilen Suriye’de şehit olan gençlerimizi bir kez daha rahmet ve saygıyla anıyorum.
Yanlış iş doğru gitmiyor.
Bütün bu yanlışlıkları yapanlar hakkında en doğru hükmü tarih verecek.
Dinbazlığın, tutuculuğun ve cehaletin hakim olduğu Ortadoğu denen coğrafyada ne yazık ki bu böyle, genelde herkesin yaptığı yanına kalıyor. Çünkü; “Köklü otoriter geleneklere sahip bir bölgede, din ve ahlakın haklardan çok ödevlerle ilgili olduğu, meşru otoriteye itaatin siyasi bir gereklilik kadar dinsel bir yükümlülük, itaatsizliğin de bir suç olduğu kadar bir günah olarak görüldüğü bir siyasi kültürde, özgür kurumları oluşturmak ve sürdürmek kolay değildir.”(*)
26 Temmuz 1920’de Mustafa Kemal Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’ndeki yazısında; “Aynı emperyalist devletler aynı derecede şiddetle Türk’ün de, Arap’ın da, Irak’ın da, Anadolu’nun da, Suriye’nin de düşmanlarıdır. Irak’ta İngilizler, bütün zulümleriyle Irak Araplarını ezmeye çalışıyor. Aynı zalim, Anadolu hakkında aynı siyaseti takip ediyor. Fransızlar ise Suriye’de aynı siyasetin takibi için uğraşıyorlar. Şu halde, Anadolu’nun, Irak’ın, Suriye’nin hayatı ve menfaatleri pek sıkı bir tarzda birleşmiş bulunuyor. Demek oluyor ki, Türklerle Iraklılar ve Suriyeliler arasında sıkı bir dostluk ve uyum siyaseti gerekir.”
Bu düşmanlığı Atatürk ve “Anadolu İhtilali” ile aşmaya çalıştık, aşıyorduk da. Fakat devrimle başlatılan TEOKRATİK DEVLET’den LAİK VE DEMOKRATİK CUMHURİYET’e geçiş süreci tamamlanamadı, karşı devrim başarılı oldu. Ne tam laik ve ne de tam demokrat olabildik. Oysa hedef bunları içererek çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmaktı. Bu hedefi gerçekleştirmek yerine son dönemde, araplaşmayı arzulayan mezhepçi gayretler ile kuvvetler ayrımından vazgeçildi, hukuk devletinden uzaklaşıldı.
Biz bu eksiklerimiz ile uğraşırken; başlangıcı bölgede İsrail’den güçlü devlet istemeyen ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturduğu “YEŞİL KUŞAK” politikasına kadar uzanan yanlışlıkların ürettiği terör örgütleri Ortadoğu’da yuvalandı, bunlara “bölgenin gerçeği” yaklaşımıyla, lojistik destek ve militan sağlanarak güçlenmelerine göz yumuldu. Bu örgütler azınlıkları tehdit ederek kökten dinciliği dayattılar.
Rejim değişikliği amacıyla yapılan müdahalelerle yolu açılan yıkımın faturası bölge halkına kesildi. Radikal grupların kazanımları karşısında ılımlı gruplar ile demokratik bir yaşam oluşturmak mümkün olmuyor. Sonuçta bölge halkına yıkımdan başka bir şey getirmeyen savaş devam ediyor ve ne zaman sona ereceği de belli değil.
Herhalde tarih bu politikaları “21. yüzyılın stratejik hatası” olarak değerlendirecektir.
(*) Bernard LEWIS, “Demokrasinin Türkiye Serüveni”, Yapı Kredi Yayınları (4. Baskı: İstanbul, Ocak 2010) Sayfa :65