“YENİ MONARŞİ”

Makaleler / Gazete Yazıları | 05.11.2020

Güneş Gürseler

Bu başlık Maurice Duverger’nin 1974 yılında yayımlanan “Seçimle Gelen Krallar” kitabının birinci bölümünün başlığı. Anayasa hukuku uzmanı ve siyaset bilimci Duverger bu kitabı ile yaklaşık elli yıl önce dünya çapındaki bir gidişe dikkat çekiyordu; “…birkaç emirlik ve bunlardan daha önemsiz birkaç Devlet dışında açık veya kısıtlı, liberal veya otoriter, sivil veya askeri şekiller içinde her yerde cumhuriyet rejimi var. Fakat bu rejim her yerde monarşik bir biçim almaya doğru gidiyor. Veraset yoluyla kral olanların yerine seçim yolundan gelen krallar alıyor.” Yazar bu tespitini yaptıktan sonra bunların hepsinin “cumhuriyetçi monarşi” olarak değerlendirilemeyeceğinin altını çiziyordu. Bazen seçim yoluyla gelmiş olan tek adamın iradesi de “cumhuriyetçi” niteliği yok edebilirdi.

İşte bu sakıncanın önüne Anayasamızın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliklerine de yer verilerek geçilmek istenmiştir.

Ancak ne yazık ki bütün çabalara rağmen bu nitelikleri yaşama geçirmede başarılı olamadık, bunu başaracak kadar “demokrat” olamadık. Oysa Büyük Atatürk’ün, “Çağdaş medeniyet seviyesinin üzerine çıkacağız.” söylemi ile hedeflediği laik cumhuriyeti demokratik cumhuriyet yapmaktı. Bunun en temel örneği de daha 1937 yılında proje yarışmasını açtığı bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi binasını senato ve millet meclisi olarak iki bölümlü tasarlatmasıdır. 1939 da temeli atılan bina ancak 1961 yılında tamamlanıp açılabildi. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin grup salonu olarak kullandığı salon Cumhuriyet Senatosu salonu idi.

Anayasalarımız içinde en ileri ve çağdaş Anayasa olan 1961 Anayasası toplumun önemli bir bölümünün desteği alınmadan hazırlandığı ve bunun sonucunda % 61.7 halk desteği ile kabul edilebildiği için sürekli hırpalandı. Getirdiği kurumlar bir bir örselenip yok edilerek bugünlere gelindi.

2017 değişiklikleri sonrası bugün ulaştığımız Anayasa ise erkler ayrımını yok eden, parlamentoyu işlevsiz kılan, erkleri parti üyeliğini devam ettiren cumhurbaşkanında toplayan bir anayasa oldu ve adeta Duverger’yi haklı çıkardı. Oysa bu değişiklikler halk oylamasında sadece % 51.41 destek alabilmişti.

1961 Anayasası’nın halk desteğini yeterli görmeyip küçümseyenler 2017 değişikliklerinin verdiği yetkilerin dayatmacılıkla kullanılmasının toplumdaki ayrışmayı arttırdığını görmezden geliyorlar.

Anadolu insanının yüzyıllardır huzurla içselleştirerek yaşadığı “Anadolu Müslümanlığı” yerine “Arap Müslümanlığı” dayatılıyor. Ekonomide, dış politikada, milli savunmada, milli eğitimde, enerji üretiminde, çevrede, yeni vergiler salınmasında ve de Kanal İstanbul’da dayatma ile alınan kararlar toplumda huzursuzluğu ve bölünmeyi arttırıyor.

Demokrasi ile dayatmacılık bağdaşamaz, ülke bu kadar gerilmemelidir.27.12.2019


Yol Tarifi