Yasası; Belçika'da 1964 Temiz Hava Yasası; Japonya'da 1967 Çevre Kirliliği Kontrol
Yasası; 1973'de Polonya ve 1976'da Finlandiya'da Su Kirliliği Önleme Yasaları; 1964'de
isveç, 1970'de Norveç ve 1972'de Danimarka'da çıkarılan Doğayı Koruma Yasaları
çevre sorunlarına karşı benimsenen yasalar olarak ulusal düzeydeki çevre hukukunun
kaynakları olarak sayılabilir. Bu düzenlemeler ile çevreyi korumak, insanlar için bir ödev
olarak öngörülmüştür.
Roma hukukunda komşunun havasının kirletilmesinin önlenmesine ilişkin
özel kuralları ya da ingiltere'de 1306'da çıkarılan kömürün açık ocaklarda yakılmasının
yasaklanmasına ilişkin Kral Fermanı gibi çevrenin hukuksal yönde korunmasıyla ilgili
çeşitli örnekler bulunmasına karşın, bağımsız bir disiplin olarak çevre hukukunun 20.
yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktığını görüyoruz. Çevre sorunlarının bugünkü
boyutlara ulaşmadığı dönemlerde çevre ile ilişkiler komşuluk ilişkileri
biçiminde
algılanmıştır. Bu biçimiyle çevre sorunları, Türk Medeni Kanununda da (m. 661) yer
almıştır. Zaman içinde bu düzenlemelerin yetersizliği ortaya çıkmış ve bağımsız bir
disiplin olarak çevre hukukunun doğuşu gündeme gelmiştir.
Çevre hukuku bir disiplin olarak yeni ortaya çıkıyorsa da 18. yüzyıldan bu
yana çeşitli çevre değerlerinin (ormanlar ve küıtür varlıkları gibi) kolluk güçıeri kanalıyla
korunduğu, çevre sağlığına yönelik düzenlemelerin bulunduğu, toprak kullanımına imar
mevzuatlarıyla sınırlamalar getirildiği
bilinmektedir. Bu düzenlemeler de çevre
hukukunun gelişiminde itici güçler olmuşlardır.
Uluslararası hukukun çevreye ilişkin alanları düzenleme gayreti içinde olması
da çevre hukukunun pozitif bir hukuk dalı olarak ortaya çıkmasını desteklemiştir.
Uluslararası toplum anlayışında ortaya çıkan değişiklikler sonucunda
uluslararası hukukun çevre konusundaki gelişimini üç konuda görebiliriz:
1. Uluslararası sorumluluk konusu;
2.Uluslararası alanların yönetim rejimierine ilişkin düzenlemeler konusu;
3. Devletlerin kendi ülkelerindeki çevrenin öteki ülkelerin çevresi ile
bağımlılığı konusu.
Bu üç konudaki gelişim de kendi içinde sürmektedir. Örneğin, uluslararası
sorumluluk konusunda üçlü bir aşama izlenmiştir.
ilk aşamada, devletlerin
sorumluluğunda kasıt koşulunun aranması kabul edilmiş daha sonra kusurun varlığı
yeterli görülmüş son aşamada ise hukuka aykırı her davranışın devletler açısından
sorumluluk doğurması kabul edilmiştir.
Bu anlamda oluşmakta olan uluslararası çevre hukuku, ulusal çevre
hukukundan daha büyük bir hızla gelişmekte, küresel bir çevre hukuk ortaya
çıkmaktadır. Bu gelişmeyi sağlayan yeni kaynaklar arasında çevrenin korunması
amacını güden uluslararası sözleşmeleri, uluslararası ört hukukunu ve AT-OECD gibi
uluslararası örgütlerin kararlarını sayabiliriz. Uluslararası topluluğun ortak iradesini
yansıtan sözleşme ve etkinlikler de ön plana çıkarak çevre hukukuna katkılar
yapmaktadır. Ayrıca, çevreyle ilgili bir çok etkinliğin de çevre hukukunun gelişimine
moral katkısı olmuştur. "Bunlara karşılık henüz uluslararası düzeyde çevreye ilişkin bir
hakkın garanti edilmesi söz konusu değildir." (2)