hedef çevrenin kirletilmesinin önlenmesi olmalıdır. Daha açık bir anlatımla çevre
hukukunun temel yaklaşımı, çevre sorunlarını ortaya çıkmadan engellemeyi ve yatırım
öncesi çevre duyarlılığını geliştirmeyi hedefleyen bir doğrultuda olmalıdır.
Çevre her sektör ile ilişki içinde olduğundan çevre mevzuatının sektörler
arası ve geniş kapsamlı olması zorunludur. Bu durum çevre mevzuatının geniş ve
karmaşık olması sonucunu doğurmuştur. Karmaşık mevzuat da "yetkili merci" sorununu
sık sık ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda çevre mevzuatının koruma ve geliştirmeye
yönelik bölümünün tek bir yasada toplanması ve yetki karmaşasına yol açmadan
düzenlenmesi
en önemli çözüm önerilerinden birisini oluşturmaktadır. Bu yasanın
çerçeve bir yasa olması ve yönetmeliklere atıf yaparak geniş bir alanı düzenlemesi
gerekir. Çevreyle ilgili olan ancak çevre değerlerinin işletilmesini hedefleyen, küıtür
varlıklarının, ormanıarın korunması gibi konular ise ayrı yasalarda düzenlenmelidir.
Çevre konusunda çıkar çelişkileri ön plandadır. Bu çıkar çatışmalarını
kamu yararını esas alarak önlemeye ve dengelemeye çalışmak çevre hukukunun görevi
olmalıdır.
Çevre hukukunun uluslararası niteliğini daha ileri yaklaşımlara taşımak
gerekir. Dünyayı tek bir ekosistem olarak düşündüğümüzde, çevre hukukunun da
küresel
sorunlara karşı küresel
çözümler üretebilmesinin önündeki
engelleri
kaldırmamamızın gereği ortaya çıkar. Bu doğrultuda egemenlik alanlarının daraıtılması
geleceğin hukuk gündeminde ilk sırada olacaktır.
Çevre hukukunun dayanması gereken en temel ilkelerden birisi de
yaklaşım sorunuyla ilgilidir. Çevre hukukunun yaklaşımı insan merkezli olmamalıdır.
insanı veri alan ve üstün tutan bir anlayışın çevreyi koruması düşünülemez. Çevre
hukukunun yaklaşımı, çevre değerlerini ve bütün canlıları merkez alan çağdaş bir bakış
ve yorum olmalıdır.
Yeni Yüzyıl'da "insan Hakları" sorununu yeniden sorgulamak ve çağın
gereklerine göre yeniden yorumlamak gerekmektedir. "insan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin "her insan" diyerek başlaması her ne kadar övünülecek yanını oluşturur
ise de , "yalnızca insanlar" ya da "sırf insan" biçiminde düşünmesi zayıf noktasını teşkil
etmektedir. Nihai bilançoda, "dünyanın" da hesaba dahil edildiği bir mizan çıkarılması
henüz tam olarak yapılmamıştır. Unutmamak gerekir ki, nesneler de, sahiplenmenin
basit edilgen süjeleri değildir. Ne var ki, hukuk, insanlar arasındaki istismarcı asalaklığı
sınırlamaya çalışırken, "şeylerin" üzerindeki aynı tür faaliyetlerden söz etmiyor. Eğer
nesnelerin kendileri de hukuk özneleri haline gelirse; işte o zaman terazi bir dengeye
doğru yönelir."(3)
ÇEVRE HAKKı ve TÜRK ÇEVRE MEVZUATı
Çevre hukukunun gelişimi ve çevresel değerlere hukuksal güvenceler
kazandırılması yolundaki örneklerin yaygınlaşmasıyla birlikte, çevre insan hakları
felsefesi alanında tartışılmaya başlamış ve ÜÇÜNCÜ KUŞAK iNSAN HAKLARI ya da
DAYANIŞMA HAKLARI çerçevesinde değerlendirilen "çevre hakkı" gündeme gelmiştir.