Hain bir suikast sonucu kaybettiğimiz rahmetli Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk’e yapılan saldırılar karşısında 8 Mart 1992 tarihli Cumhuriyet’te Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği” başlıklı makalesini şu cümle ile bitiriyordu: “Bu ülkede Atatürk’ü yıkarak olumlu bir şeyler yapabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgı yaşadıklarına inanıyorum.”(1)
Ben rahmetlinin bu cümlesini “Bu ülkede avukatlığı yıkarak olumlu bir şeyler yapabileceğini sananların, kendi küçük dünyaları içinde büyük bir yanılgı yaşadıklarına inanıyorum.” şeklinde kullanmak istiyorum.
Bu davranışımın öncelikli nedeni Şanlıurfa Barosu Başkanı değerli meslektaşım Av. Ahmet Tüysüz’e polis memurları tarafından Viranşehir Adliye Binası’nda yapılan çirkin saldırıdır. Meslektaşımız, darp edilmiş, kelepçelenmiş, gözaltına alınmış ve bu durum Cumhuriyet Savcısı odasında da sürmüştür.
Bu barbarlığın mesleğimizi düzenleyen mevzuata aykırılıkları üzerinde durmayacağım. Nefretle ve de tiksinerek bir kez daha kınıyor ve Baro Başkanımıza geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.
Düşünmemiz gereken bu barbarlığı cesaretlendiren ortamın nasıl oluşturulduğudur. Avukat nasıl bu kadar pervasızca saldırılabilir hale geldi, saldırganı cesaretlendiren ne, bu düşmanlık niye?
Bu barbarlık uzunca bir süredir sistemli olarak, yasalarla, kararnamelerle, yönetmeliklerle, genelgelerle ve de keyfi uygulamalarla avukata, avukatlığa, savunmaya karşı sürdürülen “yıkım”ın sonucudur.
Erkler ayrımı fiilen yok edilip, hukuk devleti işlevsiz hale getirilip, yürütmenin denetlenmediği, bağımsız ve tarafsız yargıya güvenin nerede ise sıfırlandığı ortamda hukuk düzeni yerini düzensizliğe bırakmış ve gerçek hukukçunun varlığı engel olarak görülür olmuştur.
Avukatların görevlerini yerine getirmesi, dosya incelemesi, cezaevindeki müvekkili ile görüşmesi sınırlanmış, savunma görevlerini yaptıkları için avukatlar tutuklanmış, yerlerde sürünmüş, her türlü fiziki saldırıya uğramışlardır.
Bütün bunların yanında genel olarak ulusal eğitimdeki düzensizlik, hukuk eğitimindeki yetersizlik ve kalitesizlik, ihtiyaçtan fazla sayıdaki hukuk fakültelerinin her yıl verdiği binlerce mezunun hiçbir elemeden geçirilmeden avukat olabilmesinin yarattığı nitelik ve saygınlık kaybı avukatı ve avukatlığı her türlü saldırıya açık hale getirmiş bunun sonunda çok sayıda meslektaşımız yaralanmış ve hayatını kaybetmiştir. (2)
Dünyada saygın bir statü olan avukatlık, ülkemizde kolay elde edilen bir meslek olarak sıradanlığın da altına düşürülmüştür. Avukat, sorununu üstlendiği kendi müvekkilinden yürüttüğü davanın karşı tarafına, yargıç ve savcıdan adliye çalışanına, gardiyandan otopark kahyasına kadar herkesin saldırısına açık hale getirilmiştir.
Yıllardır bütün bu sorunları dile getirdiğimiz çözümlerini de söylediğimiz halde siyasi desteksizlik nedeni ile sonucu ulaşamadık ve hemen her gün yeni bir olumsuzluk yaşıyoruz.
Çözüm öncelikle gerçek demokrasiyi, erkler ayrımını ve hukuk devletini oluşturmaktır. Bu anlayış içinde hukuk eğitiminden başlayarak avukatlık mesleğine giriş bir düzene sokulmalı, savunma özgürlüğü ve dokunulmazlığını engelleyen tüm hükümler mevuzuattan çıkarılmalı ve meslek tüm dünyadaki saygınlığına kavuşturulmalıdır.
Unutulmamalıdır ki:
Bağımsız savunma bağımsız ve tarafsız yargıda, bağımsız ve tarafsız yargı gerçek hukuk devletinde, gerçek hukuk devleti de eksiksiz demokraside olur.
25.9.2017