VESAYETÇİ ANAYASA İSTİYORUM...
Av. Güneş Gürseler
Otuz yıldır Türkiye’nin “eksiksiz demokrasi” yolunda yeni bir Anayasaya gereksinimi olduğu ve bunun toplumsal uzlaşma ile gerçekleştirilmesi gerektiği çeşitli kesimlerce dile getiriliyor, hazırlanan öneriler tartışmaya açılıyor. Ancak bu çalışmaların sahiplenilmediğini, toplumsal uzlaşma ve kabulü gerçekleştirebilecek bir gayret ve iyiniyet içine girilmediğini hatta böyle bir uzlaşmanın oluşmasının istenmediğini, her kesimin kendi işine geldiği gibi bir demokrasi anlayışı geliştirdiğini görüyoruz. Oysa yeni bir Anayasa yapılabilmesi için toplumsal uzlaşma tek koşuldur. Toplumu bütünüyle kucaklayan, “kurucu irade” yerine geçebilecek ve hemen herkesin katılacağı bir uzlaşma sağlanmalıdır.
Yeni bir Anayasayı gerekli kılan nedenlerin en önemlilerinden biri; tüketimin amaç değil araç görüldüğü, “sınırsız büyüme” yerine çevre-kalkınma dengesine dayanan, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı gören bir kültürün egemen olması anlayışının Anayasaya hakim kılınmasıdır. “Çevre hakkı” kavramı da çevrenin korunması da diğer bütün insan haklarının gerçekleşmesinde olduğu gibi özünde bir demokrasi sorunu, demokratik katılım sorunu olduğu kabul edilmelidir.
İnsanlığın bugün ulaştığı uygarlık düzeyi ve kazanımlar gelecek kuşaklar pahasına yaratılmış ve yoksul insan sayısı giderek artmış ise hiçbir ekonomi ya da ekonomik sistem başarılı sayılamaz. Bugünün egemen kültürü “sınırsız tüketim” anlayışına dayalıdır. Egemen kültürün dinamiği üretim/tüketim, temel mantığı da daha fazla üretmek ve daha fazla tükettirmektir. Her şey, doğal kaynaklar, teknoloji, üretip tüketmek için vardır. Daha fazla üretip daha fazla tüketmek amaç haline gelmiş ve insanlar tüketim kölesine dönüştürülmüştür. Çevreci hareket işte bu egemen kültüre başkaldırı hareketidir. Temel başkaldırı da ekonomi politikalarına yöneliktir. Üretim ve tüketim düzenleri bu mantık ile ve doğanın yasalarına uymayan bir yıkıcılıkla sürüp gittikçe çevre sorunlarının çözümünde başarı sağlanamaz.
İşte bu egemen anlayışı değiştirecek bir Anayasayı, üzerinde “çevre vesayeti” olan bir Anayasayı toplumsal uzlaşma ile sağlayabilmek durumundayız.
1982 Anayasası’nın başta 56. madde olmak üzere çevre duyarlığı içeren çeşitli hükümlerine karşın çevre hakkının kullanımında ve çevrenin korunmasında beklenilen başarı sağlanılamamıştır. Çevre hakkı ülkemizde henüz bir insan hakkı boyutu ile gündemde değildir, insan hakları değerlendirmeleri, arayışı ve tartışmaları bu içeriği kazanamamıştır. Bu nedenle mülkiyet hakkının, en verimli tarım toprağına otomobil fabrikası kuran, kıyıları yağmalayan, orman alanlarını talan eden, havayı ve suyu kirleten biçimde kullanılmasının önüne geçilememektedir.
Çok değil, yirmi yıl öncesinin temiz Marmara Denizinde yüzebilmek, 125 tür balığından tadabilmek bir insan hakkı, günümüz neslinin Marmara Denizini açık fosseptik olarak tanıyabilmesi ise insan hakları ihlali değil midir? Yaşanan çevre bozulmasında bir katkısı olmayan bugünkü genç neslin ve onlardan sonraki nesillerin yaşama hakkını, var olma hakkını savunmak durumundayız. Sağlıklı ve dengeli bir çevre bugünkü kuşakları ilgilendirdiği kadar hatta daha da fazla gelecek kuşakları ilgilendirmektedir.
İşte bu nedenlerle üzerinde “çevre vesayeti” olan bir Anayasaya gereksinim vardır.
1982 Anayasası’nın 65. maddesi sosyal ve ekonomik hak ve ödevlerin "ekonomik istikrarın korunması gözetilerek, malî kaynakların yeterliliği" ölçüsünde yerine getirileceği düzenlemesini içermektedir. Bu, “Ne kadar ekonomik kaynak o kadar sosyal ve ekonomik hak.” anlayışıdır. Oysa, kaynaklar öncelikle sosyal ve ekonomik ödevlerin yerine getirilmesi için kullanılmalıdır. Yani, “Kaynağım yok.” diyerek çevre yatırımı yapmamak yerine eldeki kaynağın kullanımında çevre yatırımına öncelik vermek ya da başka bir ifade ile kararları “çevre vesayeti” altında almak gerekmektedir.
Tüketimin amaç değil araç görüldüğü, “sınırsız büyüme” yerine ekoloji-ekonomi dengesine dayanan, çevreyi kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırı gören bir kültür egemen kılınmalıdır
Bütün bunlar “çevre vesayetçi” bir Anayasa zemini üzerine kurulabilir.
09.10.2011
(GÜNCEL HUKUK DERGİSİ’NİN 2011 KASIM SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.)