'SAVUNMA'NIN ÖRGÜTÜNÜ İÇERMEYEN 'YÜKSEK YARGI' TANIMI VE TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ

Makaleler / Hukuk Makaleleri | 10.10.2011

Av. İ. Güneş Gürseler

“Avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun genel gerekçesinde belirtilmiştir. Yasa’nın 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek, adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın, hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşımaktadır.

Anayasa’nın 135. maddesi ile birlikte Avukatlık Kanunu’nun Barolara ve Türkiye Barolar Birliği’ne yüklediği görevler, tanıdığı hak ve yetkilerle bu kuruluşların toplum ve devlet yaşamı için gözardı edilmeyecek önemleri de düşünülürse, avukatların genel niteliklerine verilen değer kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.”

“Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “bağımsız yargı”, yargının
olmazsa olmaz koşulu olan “savunma” ile birlikte anlam kazanır. Savunma, “sav-savunma-karar” üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez öğesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir.”

Bu değerlendirmeler Anayasa Mahkemesi’ne aittir ve 5558 sayılı “Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un avukatlık sınavını kaldıran, 1. maddesini iptal eden Esas 2007/16, Karar 2009/147 sayılı ve 15.10.2009 tarihli kararının gerekçesinden alınmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin avukatlık mesleği ve onun meslek örgütü hakkındaki bu değerlendirmesinden sonra Türkiye Barolar Birliği’nin “yüksek yargı” tanımı içinde olduğunu açıklayacak başkaca bir desteğe gerek kalmamakla birlikte, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın protokoldeki yerini düzenleyen Avukatlık Kanunu’nun 111. maddesini hatırlatabiliriz.

Eksiksiz demokrasiye ulaşamadığımız, gerçek hukuk devletini oluşturamadığımız ve yargı erkini de gerçekten bağımsız kılamadığımız için yaşadığımız güncel yargı sorunlarına çözüm “yüksek yargı” içinde aranırken yaklaşık 70.000 avukatı ve 78 baroyu temsil eden Türkiye Barolar Birliği’nin bu tanım içinde işlevlendirilmemesi çözüme ulaşmayı engelleyen en önemli etkenlerden biri, toplumumuzdaki ayrışmaların da bir başka örneğidir.

Konuya bu yazı ile dikkat çekme gereksinimini, Sayın Cumhurbaşkanı’nın, yargı uygulamalarının yarattığı tartışmalar üzerine, geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay sayın başkanları ile yaptığı görüşmeler ve Yeni Yıl nedeni ile “yasama, yürütme ve yargı organları başkanlarına verilen yemek” üzerine duyduk.

Hangi konuyu kimlerle görüşeceği, kimleri davet edeceği elbette Sayın Cumhurbaşkanı’nın takdirlerindedir. Ancak sorunun tarafları ve sorumlulukları dikkate alındığında yargı erkinin sorunlarına çözüm aranırken savunma örgütünün dışarıda bırakılarak görüşlerinin önemsenmemesi önemli bir eksikliktir.

Yaşanılan yargısal bunalıma sadece yüksek yargıçlar ile görüşülerek çözüm bulunamaz. Bu bunalımdan doğrudan etkilenen vatandaşın kendisidir. Hakkının teslim edilmesini, adaletin gerçekleşmesini bekleyen vatandaşın temsilcisi olarak bunalımı fiilen yaşayan da avukattır. Bu nedenle avukatların örgütünün katkı koymadığı çözüm eksiktir.

Kaldı ki avukatlar, barolar ve Türkiye Barolar Birliği yaşadıkları sorunların çözümü için önerilerini yıllardır her ortamda yazılı ve sözlü olarak dile getirmişlerdir. Ayrıca bu onlara Avukatlık Kanunu’nun verdiği bir görevdir. Avukatlık Kanunu 76. ve 110/17. maddeleri ile barolar ve Türkiye Barolar Birliği’ne “Kanunların memleket ihtiyaçlarına uygun olarak gelişmesi ve yürütülmesi yolunda dileklerde, yayınlarda bulunmak, gerekirse ön tasarılar hazırlamak”, “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak” görevlerini vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin kararının gerekçesinde vurguladığı “Savunma,
“sav-savunma-karar” üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez öğesidir.” kabulü de yukarıda belirttiklerimizin bir başka ifadesidir.

Fakat bu noktada güncel bir olaydan yola çıkarak Türkiye Barolar Birliği’nin kendisini “yüksek yargı” tanımı içinde görüp görmediğini değerlendirmek gerekiyor.

Sözünü ettiğim güncel olay, yararlanıcı kurumları Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olan, 8 Ocak 2010 tarihinde imzalanan, “Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi” isimli Avrupa Konseyi projesidir.

Projenin amacı 24 Şubat 2010 tarihindeki açılış töreninde yaptıkları konuşmalarda Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın sayın başkanları tarafından belirtilmiş, Sayın Yargıtay Başkanı; “Hedefimiz 30 aylık süre içerisinde yuvarlak masa toplantıları, konferanslar ve çalışma ziyaretlerinin yapılmasıdır. Bu amaçla hazırlanan proje kapsamında yapılacak etkinliklerin tamamlanmasından sonra geriye dönüp bakıldığında bu çalışmaların son derece yararlı ve kalıcı etkiler bıraktığını görmek en büyük kazanç olacaktır. Çalışma takvimi içerisinde yer alan ve özellikle özgürlük ve güvenlik, adil yargılanma hakkı, hukuki kanıt, sessiz kalma hakkı, gıyabi mahkûmiyet, ifade, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi hususlarda ortaya konacak görüşler büyük katkı sağlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Yargı Kurumlarının deneyimlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hâkimlerinin deneyimleri ile yuvarlak masa toplantılarında birleştirilmesi ortaya olumlu tablolar çıkartacaktır.” değerlendirmesini yapmıştır. (http://www.yargitay.gov.tr/abproje/)

Bu amaç proje belgesinde;

“Uygulama süresi 30 ay olan bu sözleşme ile normatif çerçevede yeni değişikliklerin başlatılması, bu değişikliklerin müktesebat ile uyumlu olarak uygulanması, hak ve özgürlüklerin “İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi” uyarınca sağlanması bağlamında Türkiye’deki yüksek yargı kurumlarının rollerinin güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Bu kapsamda, Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Avrupa yüksek yargı standartlarına uyumuna dönük bir dizi faaliyet gerçekleştirilecektir.
Proje süresince, “İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi” ve “Avrupa Sosyal Şartı” konularında yararlanıcı kurumlarımızın üyelerinden oluşan yuvarlak masa toplantıları yoluyla bilgi paylaşımı sağlanacak; ayrıca Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi yargı birimlerine çalışma ziyaretleri düzenlenecektir. Bunun yanında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin katılımıyla ülke çapında konferanslar düzenlenecek, bu kurumlardan seçilecek belirli sayıda personelin AB veya Avrupa Konseyi birimlerinde 1 ay süreli yerleştirilmeleri sağlanacak, temel hak ve özgürlükler konusunda eğitim almaları temin edilecektir.” şeklinde açıklanmaktadır. (http://www.yargitay.gov.tr/abproje/)

Görüldüğü gibi “yüksek yargı kurumlarının” muhatabı olduğu bu proje, konusu ve amaçları bakımından “savunma”nın en geniş ve en üst düzeyde temsil edilerek yönlendirici olmasını gerektiren önemdedir.

Sayın Cumhurbaşkanı’na eleştiride bulunurken, Türkiye Barolar Birliği’nin “Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi” başlıklı bir uluslararası çalışmanın dışında kalmasının bir açıklaması olmalıdır.

Projenin açılış töreninde ve 15-17 Mart 2010 tarihlerinde yapılan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde belirtilen özgürlük ve güvenlik hakkı ile 6. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı konularını ele alan ilk yuvarlak masa toplantısında “savunma”nın eksikliği gözlerden kaçmamıştır. “Özgürlük ve güvenlik, adil yargılanma hakkı, hukuki kanıt, sessiz kalma hakkı, gıyabi mahkûmiyet, ifade, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, barışçıl toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi” konuların uluslararası boyutta tartışılması ve “Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Yargı Kurumlarının deneyimlerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hâkimlerinin deneyimleri ile yuvarlak masa toplantılarında birleştirilmesi” önemsenecek çalışmalardır.18.3.2010

Yayınlandığı dergiler:

Tekirdağ Barosu Bülteni, Nisan 2010 Sayı:19 Sayfa:6
Güncel Hukuk Dergisi, Nisan 2010 Sayı:4-76 Sayfa:9


Yol Tarifi